Kendini tarif edemediği bir duygu sarsıntısı, şükür ve bir o kadar da sorumluluk şuuru içerisinde hissettiğini ifade eden Ersoy, "Taşıdığım isme ve bize bu ismi koyanlara layık olma şuur ile hareket etmeyi hep görev bilmeye gayret ettim." dedi.
MHP Genel Başkan Başdanışmanı, 25-26. dönem MHP Osmaniye Milletvekili Prof. Dr. Ruhi Ersoy'un Ruhi Kılıçkıran mesajı...
1978/1979 eğitim öğretim yılında ilkokula yeni başlamıştım. Böyükanalı, dört ablalı, üç ağabeyli iki katlı yığma, çatılı tavanlı; portakal bahçeli, üzüm haymalı, bahçe duvarlarının iç çevresinde ablalarımın özenle baktıkları yağ tekesine dikili küpeli ve ortanca çiçekleri, avlunun diğer köşesinde Efendimizin kokusu diye Böyükanamın koklamaya doyamadığı sene gülleri; sekiz odalı geleneksel evimizin bana göre en özel ve kıymetli bölümü ise; alt tarafında iki büyük kapağı olan dört raflı bir kitaplıktı. Bu kitaplığın üzerinde saman çözlerinden kanaviçe bezine işlenmiş bir Bozkurt, altında duran Ötüken Yayınlarının tuğlu armalı kitaplarına derin derin baktığımı hatırlıyorum. Bazen oda kapalı iken alt katta olduğu için arkadaşlarımı getirip pencereden tırmanarak Bozkurt’a ve kitaplığa baktığımızı da anımsarım. Bir de Kadir ağabeyimin kırmızı Jawa marka motosikletinin ön çamurluğunda yazan heceleyerek okumaya çalıştığım, ama anlam veremediğim “Börteçine”yi ve bu kimin adı diye düşündüğümü…
O döneme ilişkin çocukluk hafızamın başköşesinde anamın hoş görüsü ve ablalarımın koşuşturmalarıyla kurulan yer sofralarını ve ikramları, babamın memleket konusunda şuurlu duruşu ve ağabeylerimi destekleyici yaklaşımı nedeniyle sıklıkla bizim evde yapılan teşkilat toplantıları, sonrasında çalınan bağlamalar, okunan marşlar eşliğinde geçen günler ve rahmetli Hasan ağabeyimin sarkık bıyıkları ile gelen Ülkücü ağabeylerin motorsikletini kaçırıp binme hevesinde olan bizden büyük mahalledeki diğer ergen gençler var. Hatta motosikleti kaçıranlar geri döndüklerinde o ağabeylere; motosikleti beni gezdirmek için kaçırdıklarını söyleyip kendilerine kızılmalarına ve hatta kulaklarının çekilmelerine ön aldıkları da olurdu. Bize gösterilen bu anlayışın sebebini daha sonradan anladığım o günler hâlâ hafızamda çok taze.
İlk Ülkü şehidi Osmaniyeli Ruhi Kılıçkıran 4 Ocak 1968'de şehit olup cenazesi Osmaniye’mize gelince yer gök inlemiş. Onun İlahiyat Fakültesi okurken oruçlu ağzı ile site yurdunda iftar vaktini beklerken Allah’a küfreden, oruçla alay eden “koministlere” Allah’a küfretmeyin, saygılı olun diye tavır alması sonucu, O yiğitle kavgaya güçleri yetmeyen alçakların tetik çekip kurşunlamasıyla iftarını şehadet şerbeti ile açması. Tüm ülküdaşlarda olduğundan biraz daha fazla Osmaniye’de büyük sarsıntıya neden olmuş, dillerden dillere hep anlatılagelmiştir bu acı ve kahramanlık öyküsü. Şehidimizin uğurlanmasından sonra şehrimizde acısı hiç dinmemiştir. Ruhi ağabeyin şehadeti üzerinden dört yıl geçer, 1972’nin bir ilkbaharında ben doğarım. Sarkık bıyıklı yiğit, cesur adam rahmetli Hasan ağabeyim; o dönemin Ocak Başkanı rahmetli Şevket Keskin Başkanımız başta olmak üzere bir grup ülküdaşı ile bizim eve gelirler. Babamdan ve anamdan müsaade alarak “Bu çocuğun adını bir nebze acımızı dindirmeye vesile olması için şehidimiz Ruhi Kılıçkıran’a ithafen ‘Ruhi’ koymak isteriz.” derler. Rahmetli babam ve anamın da gönülden müsaadeleri ile kulağıma Ezan-ı Muhammedî okuyup adımı “Ruhi” koyarlar ve bir de o yıla ait urup altın takarlar.
Devam eden yıllarda bizim evde yapılan teşkilat toplantılarına katılmama, tavanda saklanarak mühimmatlara kuryelik yapmama, kitapları karıştırıp üzerlerini karalamama imtiyaz göstermelerinin sebeplerini büyüdükçe daha iyi kavramıştım. Taşıdığım isme ve bize bu ismi koyanlara layık olma şuuru ile hareket etmeyi hep görev bilmeye gayret ettim.
Okuma yazma bilmediğim, sadece yan çizgi, dik çizgi çalışması yaparken karaladığım o mütevazı kütüphanedeki tuğlu kitapların yayınevi Ötüken Neşriyat’tan akademik makalelerimin kitap olarak basılacağını, öncesinde hiç bir planlama olmadığı halde bugün (4 Ocak 2021) masamda Ötüken Neşriyat’ın sözleşme metnini görünce öğrendim.
Geçmişimde iz bırakan hatıralarımı ve şimdiki halimi en hasbi duygularla çekirdek ailem ve büyük ailem gönüldaşlarımızla, sevenlerimizle paylaşmak istedim. Kendimi tarif edemediğim bir duygu sarsıntısı, şükür ve bir o kadar da sorumluluk şuuru içerisinde hissediyorum. Hayat öyle ya da böyle geçip gidiyor değer üretmek için değerlerimizi bilmek ve onlara layık olmak cümlemize nasip olsun inşallah.
Prof. Dr. Ruhi ERSOY