Osmanlı Devleti’nin dünyaca ünlü seyyahı Evliya Çelebi 60 yaşlarındaydı. Sadrazam olan dayısı Melek Ahmet Paşa’nın himmetiyle padişah fermanlarını valilere, valilerin buyurdumlarını diğer valilere ve sancak beylerine taşımaktaydı. Yani zaman zaman ulak olarak ta görev yaptığı için bolca seyahate çıkmaktaydı.
1671 yılının baharıydı. Evliya Çelebi yine yollardaydı. Kurban Bayramı yaklaşmıştı ve bu seyahat sebebiyle haccını da eda etmek amacındaydı. Yani bu kez hedefte kutsal topraklar da vardı.
İstanbul’dan Konya’ya, oradan Ereğli, Silifke, Tarsus, Adana üzerinden Misis’e gelen Evliya Çelebi, Misis Köprüsü’nün başındaki kervansarayda bir gece konakladı. Misis Derbendi’nden görevlendirilen “yol arkadaşları” ile sabah yola çıktı. Payas istikametine giden Şam Yolu’ndan bir saat kadar gittikten sonra Alıcak Beli’nden Maraş Yolu’na ayrıldı.
Misisli yolculara Maraş yolunu sordu. “Hayırlı yoldur ve eminliktir” dediler.
İki saat daha giden Evliya Çelebi, Ceyhan Nehri’nin karşı yakasındaki meşhur Yılankale’yi gördü. Kaleyi Ramazanoğlu ecdadın yedi yılda fethettiğini söylediler. Kalede sürü sürü yılanın çokluğundan, hatta “boynuzlu ve ensesi tüylü yılan” görenlerin olduğundan, yılanların bazen insanları soktuğundan bahsedip kalenin bu yüzden boş kaldığını dediler. “Kal’a-i Şahmeran” adını verdiği kalenin çevresinde kurulan Türkmen köylerinin huzurlu bir hayat sürdüğünü de ifade ettiler.
Evliya Çelebi, bir süre daha gittikten sonra Doğu Çukurova’nın geniş düzlüğünde birden yükselen dağın önündeki “Aş Köyü” dediği Berendi’ye geldi.
Berendi, Adana Eyaletine bağlı bir Sancak merkezi idi ama “bir mükellef kasaba veya şehir” değildi. Huğ tipi 40–50 haneli bir Sancak merkezi idi ve 75 köye sahipti. Paşa ve kadı dâhil halkının çoğu yazın yaylalara giderdi. “Burada Sancak beyi hakire bir Türkmen seccadesi ihsan idüb ve yirmi şehbaz refikler koşub yine Nehr-i Cuyhun’u ubur idüb” yola devam etti. Taşmış olan Ceyhan Nehri’nden uzaklaşıp bir süre de “Nehr-i Ceyhun” dediği Karaçay kenarından gitti.
Bugünkü Gökdere köyünün de olduğu “Gök Dağı” denilen dağın önündeki ovada, bir tepede “Kal’ai Kınık” dediği Toprakkale’yi uzaktan seyretti. Yuvarlak planlı kalenin “üstad mühendis” elinden çıkmış olduğunu, yakın tarihte “zulüm taaddi” sebebi ile boş kaldığını öğrendi.
Misis’ten sonra tam sekiz saatten beri yolda idi.
Evliya Çelebi, Toprakkale’den bir saat daha doğuya gittikten sonra Karaçay kenarındaki Kınık şehrine geldi.
“Kırk sekiz köyü” olan Kınık şehri ovanın ortasında şirin bir kasaba idi. Sancak merkezi olan Kınık bir kadı tarafından yönetilmekte idi.
İki minareli camisi olan Kınık şehrinde, Türkmen eşkıyası korkusundan dolayı beşi kâgir olmak üzere bezirgân hanları, henüz tamamlanmamış kale gibi hanlar ve bir hamam vardı.
“Şirin bir kasaba” dediği Kınık şehrine ait Karaçay kenarında her pazartesi günü büyük pazar kurulmaktaydı. “İsneyn Pazarı” diye ünlü pazaryerinde “binden fazla dükkân ve çeşitli han, iki yüz kadar dükkân” bulunmaktaydı. Pazarda “Yirmi-otuz bin Türk ve Türkmen ve çoban ve pir ve civan” alış veriş yapmaktaydı.
Kınık şehrinde yetişen üzümler; Adana’da, Tarsus’ta, Kurtkulağı’nda ve Payas’ta satılmaktaydı.
Kınık Kanunnamesi’nden anlaşıldığına göre; pamuk, buğday, arpa, kavun, karpuz, kasaplık koyun ve camız da pazardaydı. “Ve taşradan Bazaryeri'ne satılmak içün deve ve at ve katır ve merkep yükleri ile pirinç ve bal ve yağ ve dakik ve arpa ve üzüm ve incir ve pekmez” bulunmaktaydı.
Evliya Çelebi, Kınık şehrinin İsneyn pazarını çok beğendi. Adına “Güzel Pazartesi” anlamına gelen “Müzeyyin İsneyn” dedi. Hatta Kınık şehrini de “Müzeyyin İsneyn Kasabası” diye tarif etti.
“İnşallah ü Taala bu İsneyn bir şehr-i azim olur” diye dua etti.
Kınık kasabasında bir gece kalan Evliya Çelebi sabah Subaşı’nın verdiği “buyurdum” evrakı ve yirmisi atlı, onu piyade yiğit ile birlikte “Pazar içinden cereyan iden Nehr-i Karaçay” üzerinden yoluna devam etti.
Gavurdağı’nın ovaya bakan yamacındaki Çardak Kalesi’ne doğru gitti.
Osmaniye tarihinde önemli bir yeri olan “mutlu şehir Kınık”, Celali isyanlarından olumsuz etkilenmişti. Kamu düzenini yeniden kurmak, boş kalan toprakları yeniden imara açmak için Adana kadısı başkanlığında gönderilen heyet ile Kınık şehri eşrafından bilirkişiler 1691 yılında Karaçay boğazında bir araya geldi. Kınık şehrinin sınırları güncellendi. Ancak Viyana hezimetinin ardından 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile başlayan Osmanlı Devleti’nin gerileme devrinde Balkanlarda ve Anadolu’da aşiret hayatı ortaya çıkınca yeniden kurulmak istenen kamu düzeni bir türlü gerçekleşemedi.
Kınık şehri ve köyleri talan edildi. Muhteşem İsneyn Pazarı’na son verildi. 1865 yılında Osmaniye kuruluncaya kadar adları sadece resmi kayıtlarda geçti.
1671 yılında haccını da eda için Kınık şehrinden geçen Evliya Çelebi, “İnşallah bu İsneyn bir şehr-i azim olur” diye dua etmişti.
Biz de diyelim ki; Evliya Çelebi’nin duası inşallah kabul edilir de Kınık şehrinin hatırası olan Osmaniye “büyük şehir” haline gelir.