Geçenlerde ailecek Kırmıtlı Kuş Cenneti’ne gittik. Osmaniye-Kadirli yolu üzerinde, hemen yol kenarında... İyice silinmiş tabelası, yıkık dökük kapısı, kırık bankları, çürümeye yüz tutmuş gözlem kulesi, metruk binaları görünce içimi bir hüzün kapladı. Her şeyin bir sonu vardır elbet; doğan büyür, büyüyen yaşlanır, yeniler eskir…
Peki, bu döngü her şey için geçerli mi acaba? Doğanın işleyişi daha farklı sanki. Yapraklar dökülür ama yenisine hazırlık yapsın diye ağaçlar. Çiçekler kurur ama daha canlısı çıksın diye hazırlanır kök. Doğada sürekli yenilenen, sürekli dönüşen bir düzen vardır.
Öyleyse nedir buraların hali, diye düşünmeden edemiyor insan. Sular çekilmeye yüz tutmuş, kuş sürülerinden eser yok. Çok dikkatle bakınca yer yer su kuşları, sığırcıklar, tarla kargaları, karabataklar, bülbüller falan göze çarpıyor.
Kültür bakanlığının sitesinden araştırınca; burada, bugüne kadar tespit edilmiş iki yüz elli kuş türü olduğunu öğrendik. Kırmıtlı Kuş Cenneti’ne önemli kuş alanı statüsü kazandıran türlerden bazıları ise Gece Balıkçılı, Yalıçapkını, Alaca Yalıçapkını ve İzmir Yalıçapkını gibi kuşlarmış. Yalıçapkınlarının üç türünün bir arada bulunduğu ender alanlardanmış üstelik.
Üzerinden geçmenin risk olduğu köprülerin altından veya kenarlarından geçip bir doğa yürüyüşü yapmaya başladık. Yolda sürekli “kuş cenneti” dememizden etkilenmiş olacak ki küçük oğlum, etrafı dikkatle incelemeye başladı. Bir süre sonra: “Baba, burası bir kuş cenneti değilse bile bir doğa cenneti sayılabilir.” dedi. Saf ve tarafsız bakış açısıyla hakikati dile getirdi çocuk.
Mesele sadece burası değil aslında. Biz insanlar doğaya, bilerek veya bilmeyerek, çok büyük zararlar veriyoruz. Doğa da zamanı geldikçe yaptığımızın karşılığını kat be kat bize ödetiyor. Sular çekiliyor, hava kirleniyor, denizlerin maviliği azalıyor, dağlar başında kar tutmaz oluyor; toprak zehirleniyor, çiçek türleri azalıyor, buğday ve mısır kendi tohumunu veremez oluyor…
Sonrası tükenmişlik ve çaresizliğe doğru bir serüvenin başlangıcı oluyor. İnsanoğlu ise hem birbirini hem de doğayı tüketmeye devam ediyor.
Aklıma Sait Faik’in Son Kuşlar isimli hikâyesi geldi. Hikâyede; doğaya, özellikle kuşlara karşı bilinçsiz ve özensiz davranan insanlar konu ediliyor. Yazarın, hikâyenin sonuna iliştirdiği veciz sözleri ise zamanında ezberlediğimi anımsadım:
“Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”
Son topraklar zehirlenmeden, son kuşlar da göçmeden kendimize gelelim. Bizim için hayatı yaşanılır kılan varlıkların değerini bilelim, diyorum.