Şehrin ruhuna üflenen kelimeler, Anadolu kilimlerine işlenmiş nakış gibidir. İşin sırrı ne kelimelerde ne de şehirdedir. İşin sırrı, kelimelerin uygun zemin ve zamanda şehre işlenmesindedir. Bir anlamda iz bırakmak da diyebiliriz buna.
Bizim Yunus der ki:
“Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler ne bir haber verirler
Üzerinde türlü otlar bitenler
Ne söylerler ne bir haber verirler”
Yalancı dünyanın geçici ve çoğu vakit, sahte gündemine kapılıp gidiyor insanoğlu. Çağımızın şartları insanı çok farklı bir boyuta taşıdı. Her şey naylondan, her şey plastik oldu sanki. Duygular da öyle. Bir tür ergen benmerkezciliği içinde kıvranan “birey”ler dünyanın kendi etraflarında döndüğü sanrısı ile aydınlığı, karanlığın esiri yapıyor.
Çok şey söyleniyor, çok şey yazılıyor, çok şey üretiliyor ama insan ruhuna dinginlik verecek hakikat ekseninden uzakta olup bitiyor her şey. Huzur verecek ilme dair ne söylüyorlar ne de haber veriyorlar! Tıpkı üzerinde otlar bitenler gibi.
Hâlbuki insan gönlüne ağır gelen, dünyaya da ağır gelir, şehre de…
“Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil”
Diyor ya bizden Yunus… İnsana dinginlik vermeyen şehir, insani değildir. Aynı şekilde şehre dinginlik katmayan insan da medeni olmasa gerek. Gönlü kırılmış şehir, mütemadiyen insanın gönlünü kırar. Kısır bir döngüye dönüşür sonra kırgınlık.
Gönüller yapmak lazım. Betondan arta kalan boşluklara, gül gibi kelimeler ekmek lazım. Issız sokakların kulaklarına sükûneti fısıldamak lazım…
Merhaba değerli dostlar. Yaşadığımız zamana, zemine ve şehre dair söyleyecek sözümüz var bizim de. Bizi biz olarak var eden değerleri yaşatıp geleceğe taşımak adına atacak adımlarımız var.
Ve merhaba değerli dostlar. Mümkün olduğunca her hafta bu köşeden söyleşmek duasıyla… Vesile olanlara ve ortam hazırlayanlara derin muhabbetle.
Söz Yunus’tan açıldı madem, sön söz de o söylesin:
“Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz”
İzzet Irmak