08/02/2023, Osmaniye
İlk günün şokunu üzerimizden atınca ve televizyona ulaşınca diğer illerdeki yıkımı görebildik. Afetin Kahramanmaraş ve Hatay’daki boyutu Osmaniye'dekinden çok daha korkunç. Yıkılan binlerce bina, canhıraş bir enkaz kaldırma çalışması… Sadece izliyoruz. Yıkılan bina görüntüleri, kamera kayıtlarındaki deprem anları, sallanan yollar, binalar… Bize sadece 4.17’de başlayan sallantı dehşetini tekrar tekrar hatırlatıyor.
Telefonun şarjını kayınbiraderim Hüseyin’in çiftlik evinde tam olarak doldurdum. Şebekelerde yavaş yavaş açılmış. Telefon ve sosyal medya kanalıyla arayan, soran kadirşinas, muhterem arkadaşlara artık dönebiliyordum. Onların teselli eden sözleri, yardım teklifleri... Çok duygulandırıyor insanı. Güzel insanlar var şükür, Rabbim sayılarını arttırsın ve onlara böyle bir afet yaşatmasın inşallah.
Vefat sayıları açıklanıyor. Altı bin gibi bir sayı var. Fakat herkes sayının yüz bizlerin üstünde olduğunu söylüyor. Hatay’ın, Kahramanmaraş yarısı diyorlar... Adıyaman çok daha korkunçmuş ki daha oraya yardım ulaşmamış. Akşam Elbistanlı bir hocamız yazmış sosyal medyaya: “Elbistan’da ilk depremde iki üç bina yıkılmıştı. Fazla bir zayiat yoktu. Böyle olunca buradaki iş makinelerini de Kahramanmaraş gönderdik. Öğlenki Elbistan depremi ile Elbistan yerle bir oldu. Kendi iş makinelerinden olduğu gibi, kimse de gelmiyor. N’olur yardım gönderin! İnsanlar enkaz altında can çekişiyor...” Alev alev yanan içimizi bu haberler daha da alevlendiriyor. Osmaniyeli mesai arkadaşım: “Altındağ Belediye Başkanı bizimle beraber enkaz kaldırıyor. Bizim belediyenin işçileri ise saat 16.30’da mesai bitti diyerek iş bırakıyor. Bunu bir köşeye yazdım” diyor. Bu acı haberler yüreğimizi daha çok yaksa da yardım seferberliği için dünyanın dört bir yanından gelenler, canla başla çalışanlar azcık umudumuzu besliyor. Kuşkusuz her zaman melek gibi insanlar da şeytan gibi insanlar da çıkacak karşımıza. Bu afetler ise sanki bir turnusol kâğıdı; kiminin şeytan yüzünü, kiminin melek yüzünü gösteriyor. Bir nice güzel insana, bir nice güzel davranışa şahit oluyorduk.
Vefat sayıları açıklanıyor. Dokuz bini geçmiş. On bini de yüz bini de geçer diyorlar. Düşünüyorum “depremde kim kurtuldu?”. Her gün biraz daha maskesini düşüren kapitalist dünya canavarının elinde kalan bizler mi, yoksa depremin doğal bir afet olmasında dolayı “şehit” hükmünde olan depremde kaybettiklerimiz mi?
Hayatta kaldığımız için şükretme, vefat sayıları attıkça değişti. Kalanlar mı kurtulan, yoksa vefat edenler mi diye geliştirdiğim soruyu sesli olarak dilendirmeye ve çevremdekilere söylemeye başladım. Herkes hayatta kalmanın daha bir nice imtihanla yüzleşmek olduğunun idrakinde elbette. Son yıllardaki salgın, savaş, pahalılık yaşama heveslerimizi iyice rahatsız etmişti; deprem ise bu hevesleri kaçırdı. Yaşamak, Yaratan’ın bir lütfu kuşkusuz, bazen ölmek de öyle. Anneannem felç kalınca bazı zamanlar “Falan filan ölmüş, ben ölmedim. Allah bana ölmeyi nasip etmiyor” diye ağlardı. Anne babasını kaybeden çocuklar, çocuklarını kaybeden anne babalar… Felaket çok büyük; insan ölene mi, kalana mı ağlamalı… İşin açıkçası kestirmek zor.