Bir yılın gidişi, bir yılın gelişi; ne hikmetse, sevinilecek bir durum addediliyor. Giden yılın güzellikleri, getirdiği değişiklikler, açılımlar, farklılıklar… Bütün olumlu yönleri bir çırpıda görmezden geliniyor. Dahası yeni gelen yıl bir kurtarıcı görülüyor. Bütün umutlar, umup bulanamayanlar yeni yıla yükleniyor. “Çarşambadan bellidir, perşembenin geldiği” bizim sözümüzdür oysa. Malumumuz yeni yıl eski yılın devamı. Bile bile lades diyoruz.
Bir yılın gidişi, sevinç olmamalı. Tam tersi üzünç bir durum olmalı. Şapkayı çıkarıp başı öne eğmeli, bünyeyi verilecek hesabın endişesi sarmalı, dizler titremeli, nefes zor alınıp verilmeli, kalp çırpınmalı… Belki bütün bu olması gerekenler, olmasın diye kutlanıyor yeni yılın gelişi. ‘Vur patlasın, çal oynasın’ havası devam etsin diye. Oysa giden yıl ömürden, tıpkı türküde denildiği gibi “giden gün ömürdendir”. Neye, niye, niçin sevineceğiz? Ömrün eksilmesine mi? Ölüme yakınlaşmaya mı? Cuma hutbesinde şunları sıralıyor İmam: “Günler ayları, aylar yılları kovalıyor. Zaman süratle akıp gidiyor. Ömür sermayemiz her geçen gün tükeniyor. Sayılı nefeslerimiz bitiyor.” Necm suresi 57. Ayetten (yaklaşıyor, yaklaşmakta olan) esinlenerek oluşturulan İsmet Özel’in mısraları gelip dayanıyor dudağımıza:
“ ‘Kardeşler!’ deseydim ‘Kardeşlerim!’
‘Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan
Bakın yaklaşıyor...’
Yazık, şairler kadar cesur değilim”
Bir yılın gelişi sevinç olmamalı. İhtiyar dünyanın bilmediğimiz, marazi, her geçen gün yeni afetlerle serpilen seneleri geliyor nihayetinde. Gelenin gideni arattığı zamanlardayız. Geçen yıl da bir önceki yıl
kâbus görülmüştü. Ne ki gelen yıl, geçeni mumla arattı. Gelecek belli mi? Neyi değiştirdik ve/veya neyi geliştirdik? Eski tas, eski hamam devam ederken her şey; yeni yıldan mucize beklemek, akla ziyan bir durum değil mi? Cuma hutbesinde İmam, Haşr suresi 18. Ayetten şu sözleri sunuyor önümüze: “Herkes yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın.” Geçen yıldan yeni yıla güzellikler taşımadıysak, iyilikler taşımadıysak; güzellik, iyilik beklemek boş olsa gerek.
Bir yılın gidişi hüzün olmalı. Buram buram sarmalı dört yanı hüzün, “dokunsan ağlayacak” modunda olmalı kişi. 365 günlük bir defteri kapatırken yapılanın çokluğundan ziyade yapılmayanın yokluğu göze gelmeli. Hesap yoklukla çokluğun kıyasına indirgenmeli. Yaptıklarımızın yanında yapamadıklarımız çoksa… Bu kaybın telafisi, nasıl olacak diye derin derin düşünmeli kişi. Hutbeye devam ediyor İmam: “Her ayımızın, her günümüzün, hatta her saatimizin kıymetini bilebildik mi?”
Bir yılın gelişi endişe olmalı, telaş olmalı. Geçen yılın hesabını iyi yaparak, aynı hatalara yeni yılda düşmemek için endişeli bir çalışma, telaşlı bir koşturma içinde olmalı kişi. Umut içinde olmak gerek elbette. Hiç eksilmeyen bir umudu solumak, nefes almak kadar mühim! Gelen yıla hüsnüzan beslemek kadar suizan beslemek de boş uğraş olsa gerek. Yeni yılı zanla değil izanla karşılamak lazım elbette.
Yıllar gelip geçiyor. Her işin başı sağlık. Covid 19 salgını 2022’ye taştı. Mutasyonla, sürekli değişen varyantlarla salgının 2022’yi de kuşatacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Salgının devamı ekonomideki kötüleşmeleri artıracaktır. Bununla birlikte sağlık sektörü salgına karşı daha donanımlı, aşılar umut olmaya devam ediyor. Fakat biliyoruz ki bu dünya fani; gerçeğe ve hakikate yaklaştıkça, faniliğin fenalığını daha çok hissediyoruz. Sözü, Âşık Feymani’nin son şiirindeki bir dörtlükle bitirelim. Bakın âşıklık geleneğinin yaşayan büyük ustası ne diyor:
“Nice nice dert gizledim sinede
Dosta bile sezdirmedim yine de
İki şey öğrendim seksen senede
Her şey hayal imiş, her şey düş imiş”